HAYATA DAİR 3K: KADER KEŞKE KIYAS
Meçhul bir elin alnına tuttuğu, soğuğunu iliklerine kadar hissettiği bir tabanca olduğu halde içinden saydı;
Üç… İki… Bir…!
Sessizlik…
Evet, beklediği olmamıştı, hala yaşıyordu. İçine çektiği, odanın rutubetine karışmış sigara dumanı da olsa nefes alıyordu işte… Yaptığı ‘yanlış’a karşılık kendisine ölümden daha dehşet verici neyin sunulabileceği düşüncesi, içindeki şükür duygusunu bastırmıştı.
Gözlerindeki bağı çekip çıkardıklarında, dört dakika önce, kazanmanın verdiği keyifle kumarını oynadığı bol ışıklı salonun parıltısından, duvarında iki tane ufak lambadan çıkan cılız ışık huzmelerinin aydınlatmaya çalıştığı odaya açınca gözlerini, nesneleri seçmekte zorlanmıştı. Salondaki kadeh sesleri ve şuh kahkahalardan sonra, kulakları da sessizliğe alışamamıştı henüz. Kapıdan girince lambalar sağda kalıyordu. Hemen karşıda büyükçe ahşap bir masa vardı. Masanın arkasında oturan insan siluetinden, cezasına karar verecek kişinin huzuruna çıkarıldığını anlamıştı. Oda küçüktü, yada sol tarafa doğru uzanıyordu da, o karanlıktan seçemiyordu.
Merhametten yoksun üç çift gözü üzerinde hissederken babası aklına geldi ansızın. Senelerdir gaflet içinde, yaşadığını kâr sayan Adem’in vurdumduymaz yüreği ilk kez böylesine acımıştı bu düşünce karşısında, içi yanmıştı… Hep yüzüstü bırakmıştı babasını, bir babanın oğluyla ilgili bütün hayallerini tek tek söndürmüştü. Yalnız ‘helâl süt emmiş’ bir kızla evlendirmişti oğlunu. O kız o eve giren ilk ve son ‘helâl’di belki de… Midesi altüst oldu Adem’in.
“Keşke…” dedi içinden. “Keşke düzenli bir hayatım, iyi bir işim olsaydı. O zaman şimdi burada olur muydum hiç? Az kazançla da olsa evime ‘helâl’ götürürdüm.”
...
Çalıştığı bankadan birkaç durak ötedeydi oturdukları ev. İşe yürüyerek gidiyordu, zira otobüs onun için lüks sayılırdı bu günlerde… Bir bankada çalışan üç-beş muhasebeciden biriydi Adem. Mecburî tutumluluğu cimriliğe yüz tutmuş bir karısı, okul çağında üç tane çocuğu vardı. Bu ay okulların açılması hasebiyle ay sonu daha bir uzak gözüküyordu.
Çocuklarının televizyon seyrettiği oturma odasında –ki evin iki odasından biriydi bu- henüz yanmamış sobanın yanındaki masada oturmuş fatura hesabı yapıyordu. Hesabı bozuyor, tekrar tekrar baştan uğraşıyordu. Belli ki yine giderler gelirlerden fazlaydı. Bankada karşı masada oturan meslektaşını düşündü. İşlerini halletmesi için verdikleri dosyanın içinde ‘hediye’ler getiren ‘ahbap’ları vardı onun. Acaba o hiç harcamalarıyla ilgili bir hesabı bozup yeniden yapma mecburiyetinde kalmış mıydı? Yada onun bakmakla yükümlü olduğu bu kadar insan var mıydı evinde?
“Keşke…” diye geçirdi içinden Adem. “Keşke düzenli bir işim ve bir ailem olmasaydı da, şu koca dünyada tek başıma olsaydım. Sadece kendimden sorumlu olur, rahat rahat yaşardım."
...
Köye yakın küçük bir çiftlikte yaşlı bir dede oturuyordu. Yüzündeki çizgiler yaşından daha fazlaydı belki de ve ihtiyarlık iyiden iyiye belini bükmüştü Adem Dede’nin. Sebze yetiştirdiği ufak bir bahçesi, derme çatma ahşap bir evi vardı. Hiç evlenmemişti, bu yüzden yalnız yaşıyor, ihtiyaçlarını kendisi gidermek zorunda kalıyordu. Önceleri rahattı, sıhhati yerindeydi, hiçbir şey gözüne gelmiyordu. Fakat şimdi o ufak bahçe ona kocaman geliyor, beslediği üç-beş koyunla yeterince ilgilenemiyor, ufak işleri yaparken bile aciz kalıyordu.
Bir gece yarısı dışarıdan gelen bir sesle gaz lambasını eline alıp, köy ayazının yüzüne vurduğu rüzgarlı bahçeye çıktı. Etrafa bakındı, ses ahırın yakınlarından gelmişti. Ahıra yaklaştığında, kış gecesinin o şiddetli rüzgârının, önceden ahırın duvarına dayalı olan merdiveni savurmuş olduğunu gördü. Gaz lambasını yere bıraktı, merdiveni kaldırmaya uğraştıysa da, soğuktan hissizleşmiş elleriyle yapamıyordu. Sonunda yorgunluktan dizlerinin üzerine çöktü ve kendi kendine:
“Keşke…” dedi. “Keşke hayata yeni yeni adımlar atan bir genç olsaydım. O zaman hiç bu hallere düşecek ‘hata’lar yapar mıydım?”
...
Üniversiteye yakın bir öğrenci evinde üç arkadaş birlikte kalıyorlardı. Babası onu Edirne’den İstanbul’a okumaya yollamıştı. Adem Tıp Fakültesi 2. Sınıf okuyordu ve iyiye yakın vasat bir öğrenciydi.
Diğer iki arkadaşı iyice yaklaşan finaller için ders notlarına gömülmüşken; o, kulağında mp3’ü, başucunda telefonu koltuğa uzanmış, düşüncelere dalmıştı. Şimdi derslerle falan uğraşamazdı(!), çok derdi vardı onun, çook. Az önce babasıyla konuşmuş, aylık harçlığını bir hafta geç gönderebileceğini, idare etmesi gerektiğini söyleyen babasına, bu durumun derslerini oldukça(!) etkileyeceğini anlatmıştı. Üstelik falan günde, onu 10 dakika geç aradı diye üç gündür onunla konuşmayan sevgilisinden hala mesaj gelmemişti. Depresyondaydı, unutulmuştu…
“Ah be oğlum, keşke…” dedi arkadaşına. “Keşke 80 yaşında emekli bir doktor olsaydım. Ne ders, ne para, ne de sevgili derdim olmazdı. Oh rahat rahat kafamı dinlerdim!”
...
Gözlerini açtı Adem Bey ve etrafına baktı. İki katlı, bahçeli mütevazi evinin her köşesinde eşinin emeği vardı. Her gün evlerini yeni bir heyecanla adeta bir gelin gibi süslerdi. Adem Bey doktor emeklisiydi. 56 senelik eşi altı gün önce bu saatlerde onu bu dünyada yapayalnız bırakmıştı. Yeni doğan güneş ışıklarının, evlerinin çatısını yalamaya başladığı bu saatlerde…
Adem Bey bahçedeki çardakta otururken güçlükle yerinden doğruldu ve evin mutfak kapısına yöneldi. İçini yakan hüzün, yanaklarından süzülen gözyaşlarıyla gösteriyordu kendini… Eşinin elleriyle yaptığı o leziz yemeklerden kokmuyordu artık mutfak. İçerdeki odadan şarkı mırıldanan eşinin o tatlı sesi gelmiyordu kulaklarına… Elinden geldiğince hızlı adımlarla dışarı attı kendini. Bahçenin en uç noktasına, sahile doğru yürüdü. Çimenliğe adım attığında ayakları artık taşıyamıyordu onu.
“Keşke…” dedi güçlükle. Asla tamamlanamayacak bir cümleydi. Soğuk toprağın üzerindeki çiğ taneleriyle ıslanmış çimenliğe yığıldı…
...
Siz hangi statüde, hangi 'Adem'siniz kimbilir. Ama muhakkak sizin de bolca 'keşke'niz vardır hayata dair. Oysa Peygamber’lerin bile ‘zelle’lerinin olduğunu düşünürsek, sıradan bir beşerden mükemmel olmasını beklemek mantıksızlık olur.
Niyetiniz başka Adem'lerin hatalarını yaşamak değilse, bırakın ‘keşke’li cümleler üretmeyi… Sıradan bir ‘Adem’ olarak siz olabildiğinizin en iyisini olun, millet ‘Adam’ görsün!